Ermenistan’da gerçek anlamda sıcak bir siyasi sonbahar yaşanıyor. Nikol Paşinyan hükümeti, kendisine karşı duran güçlerle uzlaşmaz bir mücadeleye girmiş durumda. Bu güçler esasen eski cumhurbaşkanları Koçaryan ve Sarkisyan’ın etrafında toplanmış, başta da militan Türk düşmanlığı ve Azerbaycan karşıtlığıyla beslenen Ermeni-Gregoryen kilisesinin ilham verdiği gruplardan oluşuyor.
Gyumri belediye başkanı da dahil olmak üzere bir dizi muhalifin ve “Büyük Ermenilik” adlı insanlık düşmanı ideolojiye göre dünyaya bakan Katolikosluk’un ateşli yandaşlarının tutuklanması, Ermenistan’ın iç siyasi yaşamını ciddi sarsıntıların eşiğine getirdi. Tüm bunlar, 2026 seçimleri öncesinde yaşanan mücadelenin işaretleridir.
Eğer Ermenistan seçimlerde rövanşist muhalifleri tercih ederse, bu savaş seçimi anlamına gelir. Ancak yeni bir savaşta — 2020’deki 44 günlük savaştan farklı olarak — Azerbaycan’ı artık hiçbir caydırıcı faktör durduramayacaktır. Bu nedenle Ermenistan, kendi seçimiyle kışkırttığı yeni ve yıkıcı bir felaketin girdabında yok olmaya mahkûm olacaktır.
Buna karşılık Ermeni toplumunun mevcut iktidar lehine vereceği bir tercih, barış koşullarında yeni bir gerçekliğin ve Ermenistan’ın çevresindeki Türk devletleriyle işbirliğinin kurulması için bir şans doğurabilir. Ancak bunun gerçekleşmesi için Ermeni liderliğinin barış yönündeki kararlarında çok daha tutarlı olması gerekir. Oysa Dışişleri Bakanı Ararat Mirzoyan’ın, Azerbaycan’ın barış anlaşmasının imzalanması için şart olarak öne sürdüğü Ermeni anayasasının değiştirilmesi talebini sürekli eleştirmesi, durumun tam tersine işaret ediyor.
Ermenistan’ı ziyaret eden Finlandiya Dışişleri Bakanı ve AGİT Dönem Başkanı Elina Valtonen ile düzenlenen ortak basın toplantısında ve Deutsche Welle’ye verdiği röportajda Mirzoyan, Azerbaycan’ın Ermenistan anayasasından Azerbaycan topraklarına yönelik iddiaların kaldırılması yönündeki yasal talebini bir kez daha reddetti.
“Ermenistan, Bakü’nün barış anlaşmasını imzalamak için anayasayı değiştirme talebini kabul etmiyor,” dedi Mirzoyan, Valtonen ile yaptığı görüşmede. Ayrıca “Ermenistan, hiçbir zaman üçüncü tarafların talebiyle anayasasını değiştirme yükümlülüğü almadı ve almayacak,” ifadelerini kullandı. Bu düşüncesini Alman medyasına verdiği röportajda da tekrarladı: “Barış anlaşmasının imzalanmasına gelince, maalesef Azerbaycan tarafı bunun için ön koşul öne sürüyor. Onlar anayasamızda bir sorun olduğunu düşünüyorlar ve bu nedenle değişiklik yapmamızı istiyorlar. Biz bu koşulu kabul etmiyoruz, ancak anayasa değişikliği ya da yeni bir anayasa hazırlanması konusunda kendi gündemimiz var.”
Mirzoyan’ın bahsettiği son husus — anayasa değişikliği gündeminin bulunması — aslında barış anlaşmasının imzalanması perspektifiyle tamamen örtüşüyor. Ancak bu gündemi Azerbaycan’ın koşulunu reddederek sunmak, Ermenistan’ın onlarca yıl boyunca Azerbaycan toprakları üzerinde iddialarda bulunduğu ve bu iddiaları anayasasında sabitleyerek Karabağ ile Doğu Zengezur’u işgal ettiği gerçeğini inkâr etmek anlamına geliyor. Üstelik barış anlaşmasının imzalanmasının amacı — Ermenistan anayasa değişikliğini planlamasa bile — yasalarından toprak iddialarının en küçük izini bile silmeyi gerektirir.
Dolayısıyla Mirzoyan’ın kendisini kahraman gibi göstermeye çalışmasının anlamı yok; zira o aslında kahraman değildir. Azerbaycan’ın talepleri ve zaferle sonuçlanan savaşı olmasaydı, Ermeni liderlerin aklına bile toprak iddialarından vazgeçmek gelmezdi. Onların planladığı anayasa değişiklikleri yalnızca iç politik ve hukuki düzenlemeleri kapsardı. Mirzoyan’ın barış anlaşmasının şartı olarak Azerbaycan’ın talebini reddetmesi ise yalnızca Ermeni makamlarının neden anayasalarındaki toprak iddialarını kaldırmak zorunda kaldıklarını açıkça gösteriyor. Bunun nedeni Bakü’nün güçlü baskısıdır — öyle bir baskı ki, Ermenistan’ın siyasetinde ve yasalarında Azerbaycan topraklarına yönelik iddialardan zerre kadar iz kalmamalıdır.


